Bumerang - Yazarkafe
Ağlarım ağlatamam; hissederim, söyleyemem,
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzarım!
Oku şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa
Oku, zîrâ onu yazdım iki söz yazdımsa.

Mehmet Akif ERSOY



22 Eylül 2015 Salı

Her Başı Secdeye Giden Müslüman Mıdır?

Bugünlerde birine başka bir insanın yaptığı kötülükleri, topluma verdiği zararları anlatıp onu o insana karşı uyarmaya çalıştığımızda şu cümleyi sıkça duyar olduk: "Ama adamın alnı secdeye gidiyor."
Peki, her alnı secdeye giden müslüman mıdır?
Kur'an-ı Kerim insanları mü'min, kâfir, münâfık olmak üzere üç grupta toplar (Bakara, 2/1-20) 
  • Mümin; Allah'a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret gününe, Kaza ve Kadere inanan, bu inancında hiç bir şüphe taşımayan ve bunu diliyle de tasdik eden kimsedir. 
  • Kafir; iman esaslarını kalbiyle kabul etmediği gibi, bunu diliyle de açıkça söyleyen kimsedir.
  • Münafık ise; iman esaslarını kalbiyle kabul ve tasdik etmediği halde, inandığını söyleyen, içi başka dışı başka olan iki yüzlü kimselerdir. İnsanların en kötüsü onlardır.

Kur'an-ı Kerim insanların en kötüsü ve iki yüzlü olanı şeklinde tarif edilen münafıkların şu özelliklerinden söz eder:
  • İslâm toplumu içinde fesatçıdırlar. "Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiğinde; 'Biz ıslah edicileriz.' derler."(Bakara, 2/9-13).
  • "O münafıkların dış görünüşlerine aldanma. Onların liderlerini gördüğün zaman, yakışıklıdır, gövdeleri hoşuna gider. Konuşurlarsa güzel konuşurlar, dinlersin. İşte onlar sıra sıra dizili kereste gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar." (Münafıkûn, 63/1-4).
Bununla beraber, hadislerde geçen münafık türü amelî (ahlâkî) yönden olan nifakı vurgulamaktadır. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) münafıklıkla ilgili şöyle buyurmuştur: "Münafığın alâmeti üçtür:
  • Konuştuğu zaman yalan söyler, 
  • Vaad ettiğinde vaadinden döner, 
  • Kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete hıyanet eder." (Tirmîzî, Îman, 14)
Bugün peşinden koştuğunuz bir insanı ya da çevrenizde size zararlı olduğu söylenen bir insanı yukarıda saydığımız Kuran'da ve hadislerde geçen kriterlere göre değerlendirerek o insanın müslüman mı münafık mı olduğunu az çok anlarsınız.
Münafık kelime kökü itibariyle nifak sokan anlamına gelmektedir. Bir insan toplumdaki insanlar arasına nifak yayıyor, insanları ötekileştiriyor ve kutuplaştırıyorsa bu insan da münafıklık alameti var demektir.
Bir insan bugün söylediğini yarın inkar ediyor, tam tersini söylüyorsa bu insanın ya ilk söylediği ya ikinci söylediği yalandır. Bunu çok sık yapıyorsa bu insan yalancıdır ve bu münafıklık alametidir.
Bir insan belli bir menfaat elde edene kadar, tabir-i caizse köprüyü geçene kadar size birşeyler vaad edip daha sonra, köprüyü geçtikten sonra size karşı o vaatlerini yerine getirmiyorsa bu bir münafıklık alametidir.
Bir insana maddi ya da manevi (makam, para vb.) bir şey emanet ettiğinizde o insan onu kötüye kullanıyor, kendisinin ve çevresinin menfaati gereği kuralsızca, yetkilerini aşarak kullanıyorsa o kişi o emanete hıyanet etmektedir ve bu bir münafıklık alametidir.
Bir insan tüm bunları yapıyor ama alnı secdeye de gidiyorsa bu münafıklık tanımına tam uymaktadır. Çünkü münafık, İslamiyeti kullanarak kendine ve çevresine yarar sağlayan kişidir. Zaten bu yüzden kafirden de aşağıdır, insanların en aşağısıdır. "Bu Müslüman" diyerek peşinden koştuğumuz insanların müslüman mı münafık mı olduğuna dikkat edelim.

Son olarak, "Her Başı Secdeye Giden Müslüman Mıdır?" sorusuna bir cevap niteliğinde olan, bir müslüman için en önemli rehber olan Kur'an-ı Kerim'deki Ma'un Suresinin Diyanet İşleri tarafından yapılmış olan mealini paylaşmak istiyorum:

Bismillâhirrahmânirrahîm. (Rahman ve Rahim olan Allah (c.c) adıyla)
1. Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı!
2, 3. İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.
4.  Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,
5.  Onlar namazlarını ciddiye almazlar.
6.  Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.
7.  Ufacık bir şeyi bile ödünç vermezler.

Sadakallahul azim (Azim olan Allah ne güzel ne doğru söyledi.)

Selametle,

29 Haziran 2015 Pazartesi

İkiz Kuleleri İsrail mi vurdu?

11 Eylül 2001 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri'nde iç sefer gerçekleştiren dört yolcu uçağı kaçırıldı. American Airlines'ın 11 sefer sayılı uçuşu ile United Airlines'ın 175 sefer sayılı uçuşu, New York'ta bulunan Dünya Ticaret Merkezi'nin sırasıyla kuzey ve güney kulelerine çarptı. İki saat içinde 110 katlı her iki bina da çökerken, 7 Dünya Ticaret Merkezi'nin de arasında bulunduğu çevresindeki bazı yapılar yıkıldı ve bazıları hasar gördü. Kaçırılan 3. uçak, American Airlines'ın 77 sefer sayılı uçuşu, Virginia eyaletine bağlı Arlington County'de yer alan Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı karargâhı Pentagon'a çarptı. Saldırı sonucunda binanın batı cephesinin bir kısmı yıkıldı. Kaçırılan 4. uçak olan United Airlines'ın 93 sefer sayılı uçuşu ise Washington şehrini hedeflemişti. Ancak yolcuların uçağı kaçıranlara yaptığı müdahale sonrasında uçak, Pensilvanya eyaletindeki Shanksville yakınlarına düştü. Uçaklardaki 19 hava korsanı ve 227 kişi de dahil olmak üzere saldırılar sonucunda 2996 kişi hayatını kaybetti.

Peki, o günden bugüne dünyayı önemli derecede etkileyen bu saldırıyı kim, neden gerçekleştirdi?

Bu sorunun cevabı hakkında birçok komplo teorisi üretildi. Kimileri saldırıyı Usame Bin Ladin'in yani El-Kaide'nin gerçekleştirdiğini söylerken, kimileri de bu saldırının Amerikan hükümeti ve gizli servisleri tarafından uygulanan bir sahte bayrak operasyonu olduğunu, Amerikan hükümetinin Orta Doğu'ya ve Afganistan'a yönelik işgal faaliyetlerini meşrulaştırmak, ülke ve dünya kamuoyunun desteğini almak amacıyla düzenlediğini iddia etti ve buna benzer birçok iddia ortaya atıldı. Usame bin Ladin saldırıdan birkaç gün sonra yaptığı açıklamayla saldırıların sorumluluğunu reddederken, ancak 2004 yılında yayınladığı videoyla birlikte saldırıların sorumluluğunu kabul etti. Bu kadar önemli ve etkili bir saldırıyı gerçekten Usame Bin Ladin gerçekleştirmiş olsaydı, Usame Bin Ladin'in saldırıdan hemen sonra Amerika'ya ve tüm dünyaya vermek istediği bir mesajı olmaz mıydı? Ayrıca saldırının olduğu 11 Eylül 2001 günü Dünya Ticaret Merkezi'nde çalışan 4000'den fazla Yahudi çalışanın bir iddiaya göre tümünün bir iddiaya göre büyük bir kısmının o gün işe gelmemesi veya o anda binada olmaması normal miydi?

Peki, bu saldırıyı İsrail gerçekleştirmiş olabilir mi?

Uluslararası İlişkiler biliminde temel bir mantık vardır. Bu mantığa göre, meydana gelen bir olayın kimin tarafından yapıldığını anlamak için olaydan sonra bu olaydan kimin fayda sağladığına, kimin zarar gördüğüne bakılır ve bu mantığa göre, bu olayı çok büyük ihtimalle olaydan sonra bu olaydan en çok faydayı sağlayan tarafın gerçekleştirdiği kabul edilir.

11 Eylül olaylarına bu bakış açısıyla baktığımızda, dünyada bu olaydan en çok fayda görenin İsrail Devleti olduğunu, en çok zarar görenin ise başta Irak, İran ve Afganistan olmak üzere tüm İslam dünyası olduğunu söylemek mümkündür.

11 Eylül'den kısa bir süre sonra ABD, 11 Eylül saldırısını Usame Bin Ladin'in yaptığını ve Afganistan tarafından desteklendiği söyleyerek Afganistan'a savaş açtı. Ardından ABD ve İngiltere öncülüğündeki Koalisyon Güçleri Mart 2003'te literatürde Bush doktrini olarak da geçen "Önleyici Vuruş" stratejisi gereği Irak'a savaş açtı. İran'ın üzerindeki BM tarafından uygulanan başta silah ambargosu olmak üzere baskılar arttırıldı.

Böylece, İsrail tarafından büyük tehdit olarak kabul edilen İran ve Irak tabir-i caizse hizaya getirilmiş oldu. Ayrıca, 11 Eylül'den sonra Avrupa'da, özellikle Almanya'da önceden beri var olan "Yahudi Nefreti"nin yerini "İslamofobi" aldı. Başta Avrupa ve Amerika olmak üzere tüm dünyada "İslam Terörü" diye bir kavram oluştu. Böylelikle, İsrail hem hafızalarda var olan "Yahudi Nefreti"ni silmiş oldu, hem de Filistin'de yapmış olduğu ve yapmaya da devam ettiği zulmü meşrulaştırmış oldu. Çünkü önceden dünya Filistinlileri mazlum olarak görürken, 11 Eylül'ün etkisiyle artık onları "Müslüman Terörist" olarak görmeye başladı.

Peki, İsrail neden Amerika'nın başka bir yerini değil de Dünya Ticaret Merkezi'ni ve Pentagon'u vurdu?

İsrail'in vermek istediği soyut ve somut anlamları olan mesajlar vardı. Somut olan şudur: "Ben öyle bir gücüm ki istediğim taktirde dünyanın "Süper Gücü" olan ABD'yi bile can evinden vurabilirim." Bununla birlikte, bilindiği gibi Dünya ticaretinin çok büyük bir kısmı Yahudilerin elindedir. İsrail bu saldırıyla soyut olarak şunu da demek istemiştir: "Dünya ticaretinin büyük kısmı benim elimdedir. Eğer istediklerim yapılmazsa, istediğim zaman dünya ticaretini dolayısıyla dünya ekonomisini çökertirim."

Yukarıda da saydığım olaylardan açıkça anlaşılmaktadır ki, ABD bu mesajları çok net bir şekilde almış ve o tarihten sonra o şekilde davranmaya başlamıştır. İsrail'in her istediğini yapmıştır ve yapmaya da devam etmektedir. İsrail'in yaptığı en yanlış şeyleri dahi eleştirememiş, suskun kalmak zorunda kalmıştır.

25 Nisan 2015 Cumartesi

"Bana ne?!"ci Zihniyetin Sebepleri

"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!"

Bugün Türkiye'de bu şekilde düşünen birçok insan var. Bu insanlar, böyle düşünmeyen insanların yoğun eleştirisine maruz kalmaktadır. Ancak "Bana ne?!"ci bu zihniyeti eleştirmeden önce bence bu zihniyetin arka planında yatan sebepleri düşünmelidir. Bunun 2 temel sebebi olduğunu düşünüyorum.

Birincisi, "tarafsızlık"ın kamuoyu nezdinde övülürken ve yüceltilirken, "taraf olmanın" aşağılık bir şeymiş gibi görülmesi. Kendi fikrini açıklayıp, karşıt fikri veya eylemi eleştiren kişiye karşı, şu cümlelerin söylendiğini çok duymuşuzdur: "Objektif ol.", "Biraz tarafsız yaklaş!". 
  • Kişinin kendi değerlerine ve yargılarına göre düşünüp bir fikre taraf olması neden kötü bir şeydir? 
  • Neden "tarafsız"lık güzel bir şeydir? 
  • "Tarafsız" olmak ne demektir? 
  • Her konuşana "Sen de haklısın." demek midir "tarafsız" olmak?
Öncelikle, her insanın bu soruları kendine sorması ve kendini sorgulaması gerektiğini düşünüyorum.

"Bana ne?!"ci zihniyetin temelinde yatan ikinci önemli sebep ise, 12 Eylül 1980 ihtilalinin zihinlerde bıraktığı derin etkilerdir. Peki, 12 Eylül 1980'de ne oldu? 12 Eylül 1980'de o tarihten önce düşünen, düşündüğünü söyleyen, söylediğini eyleme döken, kendini "sağcı" veya "solcu" olarak nitelendiren insanların bir kısmı asıldı, bir kısmı hapislere atıldı, bir kısmı fişlendi ve bunun sonucunda o insanlar o günden bugüne, hiçbir zaman yönetimde söz sahibi olamadı, hatta bırakın yönetimde söz sahibi olmayı, fişlendiği için o insanlardan cüzzamlıdan, yılandan kaçar gibi kaçtı diğer insanlar. Öte yandan, 12 Eylül 1980'den önce düşünmeyen, düşünse de dile getirmeyen, getirse de bunu eyleme dökmeyen, kendini "ne sağcıyım, ne solcu" olarak tarif eden o insanlara 12 Eylül 1980'de hiç bir şey olmadı ve o günden bugüne ülkeyi onlar yönetti ve halen onlar yönetmeye devam ediyor. Dolayısıyla tüm bunları gören, yaşayan veya yaşamasa da yaşayanlardan duyan insanların çoğu, "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" zihniyetine sahip oldu.

Bu 2 sebep derinlemesine incelenip yok edilmedikçe, bu şekilde düşünen insan sayısı gün geçtikçe artmaya devam edecek ve böyle düşünmeyen insanların, böyle düşünen insanlara söz söyleme hakkı da kalmayacaktır. 

Selametle,

15 Mart 2015 Pazar

Bir Atın Hazin Sonu

Can çekişmek nasıl bir duygudur, nasıl bir acıdır bilmiyorum ama bir canlının 3 gün boyunca can çekiştiğini görmenin ve bu durum karşısında hiçbir şey yapamamanın, o canlıya yardımcı olamamanın ne kadar acı bir şey olduğunu biliyorum.


Resimde gördüğünüz bu at bir pazar günü sahibi tarafından buraya, Türkiye'deki Büyükşehirlerden birinin Merkez İlçesinin Merkez Mahallerinden birinin orta yerine terk edildi. Pazartesi günü, ilk gördüğümde halinden hasta olduğu anlaşılıyordu. Hemen yardımcı olmaları için internetten Hayvan Hakları Federasyonunun (HAYTAP) telefon numarasını bulmaya çalıştım, ancak HAYTAP'ın internet sitesinde bulunduğumuz şehirdeki şubesinin telefon numarası yoktu. Sitedeki HAYTAP Merkezinin numarasını aradım fakat hiç kimse telefona bakmadı. O anda telefon numarasının hemen altında yer alan şu ifade dikkatimi çekti: "HAYTAP’ın telefonları özellikle ihbarlar  yoğun bir biçimde çaldığından  ve bizleri arayan hayvan severler maalesef web sitemizde araştırma yapmak yerine çok uzun konuştuğundan ya da HAYTAP’ı ihbar kurumu olarak kullanmak istediğinden telefonlar zaman zaman meşgul çalmakta ya da bakılamamaktadır. Ancak yollayacağınız tüm eposta adresleri dikkatli bir şekilde okunmakta , gerekirse geri dönüş sağlanmaktadır.  İhbarlarınız için yetkili kurumların bölgenizdeki ORMAN SU İŞLERİ MÜDÜRLÜKLERİ olduğunu tekrar anımsatıyoruz." (http://www.haytap.org/index.php/iletisim/haytap-hayvan-haklari-federasyonu)

Bu yazıyı okuduktan sonra hemen şehrimizdeki Orman Su İşleri Müdürlüğünü aradım. Onlar da konuyla ilgili olan birimin Orman Su İşleri Müdürlüğü'ne bağlı olarak çalışan Milli Parklar Müdürlüğü olduğunu söyleyip bana oranın numarasını verdiler. Bu kez Milli Parklar Müdürlüğünü aradım. Onlar ise bana "Şu anda elimizde veteriner yok, o yüzden biz yardımcı olamayız" dediler, çaresiz kapattım. At can çekişmeye devam ediyordu.

Biraz düşündüm kimi arayabilirim diye, belediyeyi aramak geldi aklıma. İlçe belediyesini aradım, durumu anlattım. "Aslında bu bizim işimiz değil Büyükşehir Belediyesinin sorumluluğunda ama ben yine de arkadaşları göndereyim" dedi telefondaki bayan, sevindim, teşekkür ettim ve kapattım. Aradan saatler geçti, akşam oldu, ama at hala orada acılar içinde kıvranmaya devam ediyordu. Mesai bittiği için kurumlarda kimselerin kalmamış olduğunu düşündüğümden çaresizce eve gittim.


Salı sabahı geldiğimde at hala orada harap ve bitap şekilde yatmaya devam ediyordu. Çevredeki esnaftan öğrendiğimize göre belediyeden gelmişler ancak at hala canlı diye, atı almadan geri gitmişler. Kulaklarıma inanamadım, insanlığımdan utandım.

Daha sonra kime haber verebilirim, kimden yardım isteyebilirim diye internette biraz araştırdım. Şehrimizde Büyükşehir Belediyesine bağlı bir Hayvan Bakım Evi olduğunu öğrendim ve hemen aradım. Telefonu açan bayana durumu anlattım. Telefondaki bayan bana "Atın büyükbaş hayvan olduğunu, kendilerinin ise sadece küçükbaş hayvanlarla ilgilendiklerini, zaten atı oradan aldırabilecekleri büyüklükte bir kamyonetlerinin de olmadığını" söyledi. "Ama hayvan çok acı çekiyor, öldü ölecek" dedim, "Yapabileceğimiz bir şey yok beyefendi" dedi. Çaresizce kapattım.

Bu sefer Büyükşehir Belediyesini aradım, durumu anlattım. "Belediyemize bağlı Hayvan Bakım Evi var, konuyla onlar ilgileniyor orayı arayın" dediler. Orayı zaten daha önce aradığımı söyledim ve aramızda geçen konuşmayı anlattım. Telefondaki bayan da bana "Amirlerime durumu ileteceğim" dedi, teşekkür edip kapattım. Akşam oldu, ne gelen oldu, ne de giden! Çaresizce eve gittim.


Çarşamba sabahı gördüğümde, hiç hali kalmamıştı artık. Zar zor nefes alıyordu. Belliydi, son nefeslerini veriyordu. Düşündüm kimi arayabilirim diye, ama artık kimse gelmiyordu aklıma. At göz göre göre ızdırap içinde ölüyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Son bir kez aklıma veteriner bir arkadaşım var, onu aramak geldi. Aradım, durumu anlattım. "Şehir dışındayım, geldiğimde bakabilirim ama orada tedavi edemeyiz hayvanı, bir hayvan bakım evi gibi bir yere götürmemiz gerekir" dedi. Haklıydı, ama götüremedik.

Akşam olduğunda ölmüştü artık. 3 günlük yaşam mücadelesini kaybetmişti. 3 gün boyunca onu almaya gelmeyenler, 4. gün perşembe günü öğleden sonra ölüsünü almaya geldiler. Onu oradan almak için ölmesini beklediler.

Son olarak, başta o atı oraya terkeden atın sahibine ve 3 gün boyunca o kadar aramamıza rağmen yardıma gelmeyen sorumlulara "Allah vicdan, merhamet versin.", "Allah sizi ıslah etsin." diyor ve Hz. Ömer'in şu veciz sözünü onlara hatırlatmak istiyorum: "Hz.Muhammed aleyhissalatü vesselamı, hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer'den sorulur!"

Kenar-ı Diclede bir kurt kapsa koyunu,
Gelir de adl-i ilâhi Ömer'den sorar onu!

2 Mart 2015 Pazartesi

Hangi Ülke?

Aşağıda, dünyada gerçekten var olan bir ülke sorulmaktadır. Bu ülkenin hangi ülke olduğunu tahmin etmek, o ülkede yaşayanlar için çok kolay fakat başka ülkelerde yaşayanlar için çok zordur.

  1. Yaklaşık 80 milyonluk bir nüfusa, 700 bin kişilik bir orduya ve 250 bin kişilik bir polis gücüne sahip olup da yaklaşık 7 bin teröristten oluşan bir terör örgütüne boyun eğen ülke hangisdir?
  2. Ülkenin doğu ve güneydoğusunda binlerce kişiyi öldüren bir terör örgütünün elebaşını yakalayıp hapse attıktan yıllarca sonra öldürdüğü o insanların temsilcisi, hatta lideri olarak gören, kabul eden ve muhatap alan ülke hangisidir?
  3. Devlet kavramının 2 temel olgusu olan "adalet" ve "güvenlik" kavramlarından ülkenin doğusunda hiçbirinin olmadığı, ülkenin batısında ise sadece güvenliğin kısmen olduğu ülke hangisidir?
  4. Ülke nüfusunun yarısının, kendi ülkesinin Cumhurbaşkanı'ndan nefret ettiği ülke hangisidir?
  5. Milyonlarca kişinin oyunu alarak Cumhurbaşkanı olan kişinin, oyunu aldığı o kişilerin ana dilini, aynı zamanda Cumhurbaşkanı olduğu o ülkenin resmi dilini aşağıladığı, yetersiz gördüğü ülke hangisidir?
  6. Cumhurbaşkanı'nın dahi ülkesinin anayasasını ve yasalarını ihlal ettiği ülke hangisidir?
  7. İktidar partisinin, iktidar olduğu ülkenin Anayasa Mahkemesi'ne güvenmediği ülke hangisidir?
  8. Dünyanın en gelişmiş 5 kara ordusundan birine sahip olan fakat 10 dönümlük bir araziyi bile koruyamayan ülke hangisidir?
  9. Ülkedeki hemen hemen bütün sektörlerde (Tarım, Hayvancılık, Sanayi vb.) yurtdışından ithal edip satmanın, üretim yapıp satmaktan daha cazip olduğu ülke hangisidir?
  10. Yasal olarak açık yerlerde (alenen) içki içmenin, kapalı yerlerde sigara içmenin yasak olduğu, fakat kumar (şans oyunları) oynamanın ülkenin her yerinde serbest olduğu hatta teşvik edildiği ülke hangisidir?
  11. Ülkenin dini kurumlarının başında olan, din görevlilerin en üst düzey amiri konumundaki kişinin, hırsızlığın, rüşvetin ve yolsuzluğun dindeki yeri hakkında açıklama yapamadığı ülke hangisidir?
  12. İktidar partisinin liderine, partinin milletvekilleri ve üst düzey yöneticileri tarafından kutsiyet hatta ilahlık atfedildiği, fakat ülkedeki hemen hemen her konu hakkında yorum yapan, dini söylemleri çok sık kullanan bu parti liderinin kendisi için söylenen bu şeyler için tek kelime bile konuşmadığı ülke hangisidir?
  13. Bir partinin 10 yıldan daha uzun bir süredir tek başına iktidar olduğu, fakat mevcut durumda ülkede var olan olumsuzluklar için halen muhalefet partilerini suçladığı ülke hangisidir?
  14. Son olarak, tüm bu yukarıda olanlara ve aslında bunlardan çok daha fazlasının olmasına rağmen, 10 yıldan daha uzun bir süredir tek başına iktidar olan partinin yapılacak ilk seçimde yeniden tek başına iktidar olacağına kesin gözüyle bakıldığı ülke hangisidir?
Saygılarımla,

30 Ocak 2015 Cuma

Rejim Totaliterse, Seçim Prosedürdür!

Siyaset biliminde, bir rejimin totaliter sayılabilmesi için sahip olması gereken bazı özellikler vardır. Bu özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz:

  1. Lider Kültü: Totaliter rejimlerde lider bir siyasi aktör olarak karizmatik bir kişiliktir. Bu tür rejimlerde lider kültü denilen bir lider miti oluşturularak, dünyevi lidere yanılmayan, her şeyi gören, bilen ve duyan yarı kutsal bir kurtarıcı olma özelliği atfedilir.
  2. Muhalefete Baskı: Totaliter rejimlerde özgürlükler kaldırılmıştır, her türlü aykırı düşünce baskı ve tehditle karşılaşır. Göstermelik yargılamalarda varlığı şüpheli suçlar muhaliflerin üzerine atılır, işkence yaygındır. Hayatta kalabilen muhalifler sürgüne, çalışma veya toplama kamplarına gönderilir. Rejimin sürekli tehdit altında olduğu algısı canlı tutularak muhalefet sindirilmeye çalışıldığı için gündelik hayatta gizli polisler tarafından insanlar takip edilebilir, telefonları hukuka aykırı şekilde dinlenebilir. Rejim ayrıca sıklıkla paramiliter örgütler yoluyla baskı kurar.
  3. Devlet Kurumlarının Dönüştürülmesi: Merkeziyetçi bir devlet etrafında, radikal bir ideolojiyi dayanak alarak örgütlenen sosyo-ekonomik yapının bütün unsurlarını dönüştürmeyi hedefleyen rejimler totaliter rejimler olarak adlandırılmaktadır.
Totaliter rejimlerde seçimler sadece prosedürden ibarettir. Bu seçimlerden muhalefet partilerinin başarıyla çıkmaları imkansızdır. Çünkü totaliter rejimlerde hem medya hem de seçimi yapan, sayan, kayda alan, açıklayan tüm kamu kurumları totaliter iktidarın tahakkümü altındadır, bu nedenle onun istediği seçim sonucu neyse seçimden yaklaşık olarak o sonuç çıkar. Dolayısıyla yapılan seçim meşru değildir, meşru olmayan bir seçime girmek de tamamen anlamsızdır.

Peki totaliter rejimler neden seçim yapar? Bunun 2 önemli sebebi vardır. Birincisi, çıkan seçim sonuçlarıyla muhalefeti aciz göstererek iktidardan memnun olmayanların muhalefete olan inançlarını zayıflatmak ve yok etmek. İkincisi ise, iktidarın dış dünyaya "Bakın ben seçim yapıyorum, dolayısıyla ben iddia edildiği gibi bir totaliter rejim kurmadım, bu ülkede halen demokratik rejim vardır. Halk beni sevdiği ve başarılı gördüğü için beni yeniden başa getirdi, ancak başarısızlığa uğrayan muhalefet partileri bu başarısızlıklarını örtmek için beni totaliterlikle suçlamaktadır." şeklinde bir imaj vererek meşruiyetlerini ispatlama çabası. Bu yüzden, muhalefet partilerinin bu seçime girmesi, totaliter rejimi kuranların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.

Saygılarımla,